Sorun Çözme Tutkum: Delilik mi, Yetkinlik mi?

Dün gece uyumadan önce yine aklımın bir köşesi beni dürttü. Bu sefer gün içinde yaptıklarım ya da düşündüklerim değil, neden bu kadar sorun çözmeye düşkün olduğum sorusu kafamı kurcaladı.

Bir tasarımcı olarak, sorun çözmek mesleğimin doğasında var; ancak burada bahsedeceğim durum, benim için biraz daha farklı. İş ile ilgili olanlardan ziyade, küçüklüğümden beri içimde olan bir eğilimden söz ediyorum.

‘Bunu şöyle yapsak daha iyi olur.’ gibi düşünceler ile başlayıp, yıllarca forumlarda PC teknik sorunları çözdüğüm, makaleler ve rehberler hazırladığım, yaşadığım şehirdeki beyaz masaya onlarca başvuru yaptığım bir süreçten bahsediyorum. Kullandığım sitelerde, programlarda ya da oyunlarda, bir sorun fark ettiğimde mutlaka birilerine iletip çözdürmeye çalıştığım, aslında platform fark etmeksizin bir sorun çözme/iyileştirme eğilimim var.

Birisinin bir şey geliştirdiğini gördüğümde daha iyi bir fikir varsa bunu hemen o işe dahil olup olmayacağını veya nasıl olacağını sormam gibi. Bunu okurken ‘Sen ruh hastası mısın?’ dediğinizi duyar gibiyim, umarım değilimdir 🙂

Girişte ‘benim için’ diyorum ama eminim aranızda benim gibi düşünen ya da hareket edenler vardır (umarım). Bu eğilim çocukluğumdan beri var ve neden daha önce bunu araştırmadığımı ya da üzerinde durmadığımı gerçekten bilmiyorum.

Önemli olan, şu an bunu merak etmiş olmam ve araştırarak merakımı gideriyor olmak. Daha fazla uzatmadan araştırma sonuçlarına geçelim ve bunun yetkinlik mi, yoksa delilik mi olduğuna siz karar verin.

Sorun çözmekten keyif alınmasının temelinde içsel motivasyon yattığı söyleniyor. Dış ödüllerden çok, bu süreç tatmin ve haz sağlıyor. Bir sorun çözüldüğünde beyinde dopamin salgılandığı için; bu durum başarı hissi uyandırıp, benzer davranışların tekrarlanma isteğini tetikliyor. Ayrıca bu eğilim, yardımseverlik ve toplumu iyileştirme gibi altruistik bir arzuyla da beslenebiliyor.

Bu konu, tasarımda da sürekli dikkat ettiğimiz bir unsuru barındırıyor: denge. Bir tasarımda ögeleri bir tarafa topladığımızda denge doğal olarak bozuluyor, bu sorunu da tasarımın diğer kısmına dengeyi sağlayacak ögeler ekleyerek çözüyoruz. Bu durum, gerçek hayatta da denge arayışına eğilim göstermemizi sağlayabiliyor ve bizi rahatsız eden durumlara müdahale etmeye çalışmamızı sağlıyor.

Sorun çözmek, çevremizde yetkinlik hissi yaratıyor. Bir sorun aşıldığında, kontrol sağlandığı ve becerilerle fark yaratıldığı hissediliyor, gelecekteki sorunlarla karşılaşıldığında “Bu neden böyle?”, “Nasıl daha iyi olabilir?” gibi sorular ile de merakı tetikliyor. Bu merak, yeni çözümler bulunmasına olanak tanıyıp, yaratıcı düşünceyi harekete geçiriyor ve süreç ek bir tatmin kaynağı oluyor.

Kullanışsız bir durumla karşılaşmak bilişsel uyumsuzluk yaratma durumu ortaya çıkartabiliyor. Bu rahatsızlığı gidermek için de sorunların çözülmesi, zihinsel uyumu yeniden sağlayıp, rahatlama ile keyif hissi veriyor.

Psikolog Mihaly Csikszentmihalyi’nin “akış” kavramına göre, problem çözmek zihinsel yoğunluk gerektiriyor. Bu süreçte akışa kapılmak tatmin sağlayıp, gelişim için motivasyon oluşturuyor. Zorlukların öğrenme fırsatı olarak görülmesi ve bu süreçten tatmin duyulması ise “ustalık yönelimi” ile açıklanıyor.

Kısacası, sorun çözmek yalnızca bir alışkanlık değil; tatmin, gelişim ve denge arayışının bir yansıması olarak ortaya çıkıyor.

# Sorun bir paradoks değilse bence her zaman bir çözümü olabilir.

Araştırma sonrasında düşündüğüm şeylerden bir tanesi de, bu yaptığım şeyler tedavi olunması gereken bir durum olup olmadığını konusu. İnternet bunun için çok güvenilir olmasa da bu konuda da okuduğum bilgiler şu şekilde;

-Bu, normal bir kişilik özelliği olduğu ve bunun bir rahatsızlık olmadığı.
-Sorun çözmekten keyif almak yaygın bir durum ve tatmin ile gelişimle bağlantılı olduğu.
-Bu davranışın tasarımcı olarak mesleki bir avantaj bile olabileceği.

Yani bir psikolojik sorun olmadığı yönünde fakat bunun kesin kararının psikologlar tarafından yorumlanması olacaktır.

Kaynaklar: